Hacı Bayram Mah. Hükümet Cad.
Hükümet Han No: 8 / 41 Kat : 5
Ulus - ANKARA - TURKİYE
Ofis Tel : 00 90 312 310 84 35
Ofis Faks : 00 90 312 310 84 37
M. ŞAHİN : 00 90 542 214 54 02
web : www.avrasyaturizm.net
e-mail : 06avrasyatur@gmail.com
Copyright © www.avrasyaturizm.net her hakkı saklıdır
Medine Ziyaret Yerleri
1
.
MESCİD’İ NEBEVİ
İslam
tarihinde
bir
dönüm
noktası
olan
Resul’ü
Ekrem’in
Mekke’den
Medine’ye
hicretinden
sonra
gerçekleştirilen
ilk
faaliyetlerden
biri
Mescid’i
Nebevi’nin
inşasıdır.
Bizzat
Hz.
Peygamber
tarafından
yaptırılan
iki
mescidden
biri
olan
(diğeri
Kubâ),
Mescid’i
Nebevi
onun
Medine’deki
bütün
faaliyetlerinin
merkezinde
yer
almış
ve
fonksiyonları
bakımından
sonraki
dönemde
kurulan
camilere
örnek
teşkil
etmiştir.
İslam
alimlerinin
çoğuna
göre
Mescid’i
Nebevi
fazilet
bakımından
Mescid’i
Haram’dan
sonra
gelir.
Resul’ü
Ekrem,
Sehl
ve
Süheyl
adlarında
iki
yetim
çocuğa
ait
olan
bu
arsayı
mescid
yapmak
üzere
sahiplerinden
10
dinar
karşılığında
satın
aldı
ve
zemin
düzenlenmesi
yapıldıktan
sonra
yaklaşık
3
arşın
derinliğindeki
temeline
ilk
taşı
Hz.
Peygamber
koydu.
Bir
yılda
tamamlanan
mescid,
taş
temel
üzerine
tek
sıra
kerpiçten,
bir
adam
boyu
kadar
yükseklikteki
çevre
duvarı
ile
kuşatılarak
üstü
açık
biçimde
yapıldı.
Kıblesi
bizzat
Hz.
Peygamber
tarafından
Kudüs’e
yönelik
olarak
yapılan
mescid’te
daha
sonra
kıble,
hicretten
on
altı
veya
on
yedi
ay
sonra
Kudüs’ten
Mekke’deki
Kabe’ye
çevrildi.
Basit
ve
sade,
ancak
son
derece
fonksiyonel
olan
Mescid’i
Nebevi
Müslümanların
sayısının
artmasıyla
ihtiyaca
cevap
veremeyince
7.
yılda
(628)
yeni
ilavelerle
genişletildi.
Başlangıçta
üstü
örtülmeyen
Mescid’i
Nebevi’nin
kıble
tarafında
Hz.
Peygamber’in
namaz
kıldırdığı
yere
yağmur
ve
güneşten
korunmak
için
hurma
kütüğünden
altı
direk
üzerinde
bir
sundurma
yapıldı.
Hz.Ebubekir
döneminde
herhangi
bir
değişiklik
olmayan
mescid’te,
Hz.
Ömer
döneminde
çevredeki
bazı
evleri
mescide
dahil
etmek
için
istimlak
etti.
Hz.
Osman
döneminde
Mescid’i Nebevi genişletilerek yeniden inşa edildi.
Velid
b.
Abdülmelik
zamanında
mescid’in
genişletme
çalışmaları
devam
etmiş,
kesme
taş
malzeme
kullanılarak
mescid
üç
taraftan
büyümüştür.
Deprem
ve
yangın
gibi
afetlerden
zarar
gören
yapı
çok
kez
onarım
geçirmiş
olup
Abbasiler’den
sonra
bakım
faaliyetlerini
Memlükler
üstlenmiştir.
Ardından
Osmanlı
padişahları
buraya
ayrı
bir
önem
vererek
birçok
imar
çalışmalarında
bulundular.
“Kubbetü’l-
hücre”
veya
“kKubbetü’n-nur”
diye
anılan
kubbenin
yerine
taştan
yeni
bir
kubbe
yapıldı,
üstü
de
kurşunla
kaplanarak
yeşile
boyandı.
Günümüze
kadar
gelen
ve
Mescid’i
Nebevi’nin
simgesi
olan
bu
kubbe
renginden
dolayı
“Kubbetü’l-hadrâ”
adıyla
anılmaktadır.
Osmanlılar
döneminde
Mescid’i
Nebevî’de
en
büyük
imar
faaliyeti
Sultan
Abdülmecid
zamanında
gerçekleştirildi.
Mescidin
kıble
duvarında
Osmanlı
çinileri
arasında,
doğu
ve
batı
duvarlarında
uzun
celi
sülüs
yazılar
yazıldı.
Suudiler
döneminde
altı
yıl
süren
genişletme
sonrasında
bazı
İslam
devlet
adamlarının
da
arasında
bulunduğu
açılış
töreni
yapıldı.
Bölümleri
arasında
Hücre-i
Saadet,
Minber,
Minber,
Mihrap,
Mahfil,
Minare,
Kütüphane,
Avlu
ve
birçok
çeşme
sayılabilir.
Vahyin
en
çok
geldiği
mekanlardan
biri
olan
Mescid’i
Nebevi,
Hz.
Peygamber’in
ibadet
ve
ziyaret
maksadıyla
yolculuk
yapılmaya
değer
olduğunu
belirttiği
üç
mescidden
biridir.
Mescid’i
Nebevi,
Hz.
Peygamber’den
Abbasiler’in
sonuna
kadar
Mekke
veya
Haremeyn
valisi
yahut
onlar
tarafından
görevlendirilen
Medine
kadısı
veya
muhtesibleri
tarafından
yönetilmiş,
Eyyubiler
döneminden
itibaren
şeyhülharem
bunlara
ilave
edilmiştir.
Osmanlı
devrinde
Mescid’i
Nebevi
ile
ilgili
işlere
vali
adına
onun
görevlendirdiği
naibü’l-Harem
bakmaya
başlamıştır.
Tanzimat’ın
ardından
Mescid’i
Nebevi’nin
yönetimi
Harem-i
şerif
müdürü
vasıtasıyla
yürütülmüştür.
2. UHUD
“Allah yolunda öldürülenlere“ölüler” demeyin. Hayır, onlar diridirler.Ancak siz bunu bilemezsiniz.”(Bakara sûresi, âyet: 154)
Medine’de
ziyaret
edilecek
en
önemli
yerlerden
biri
de,
Medine’nin
5
km.
kuzeyinde
yer
alan
Uhud’dur.
Bedir
Savaşı’ndan
sonra
sahabenin
yaptıkları
ikinci
büyük
savaş
burada
vuku
bulmuştur.
Bedir’de
bozguna
uğrayan
müşrikler,
intikam
almak
üzere
çıkmışlardı
bu
savaşa.
Hz.
Peygamber
gördüğü
bir
rüya
üzerine
Medine’yi
içerden
savunmak
istemekteydi.
Ancak
Bedir
Savaşı’na
katılmamış
bazı
gençlerin
ısrarı
üzerine düşmanla dışarıda karşılaşmak durumunda kaldı ve Uhud’a çıktı.
Uhud
Savaşı’nda
Resûlullah,
Abdullah
b.
Cubeyr
komutasında
bir
okçu
birliğini,
stratejik
önemi
bulunan
bir
boğazın
yamacına
yerleştirmiş
ve
onlara,
“Bizim
onları
yendiğimizi
görseniz
bile
yerinizden
ayrılmayın!
Yenildiğimizi
görseniz
dahi
bize
yardıma
koşmayın!”
diye
sıkı
sıkı
tembihlemişti.
Buna
rağmen,
müşriklerin
bozguna
uğradığını
gören
bu
okçuların
birçoğu
“Ganimet!
Ganimet!”
diye
bağırmaya
başlamışlar,
Abdullah
b.
Cubeyr,
onlara
Hz.
Peygamber’in
emrini
hatırlatmışsa
da,
dinlemeyip
savaş
meydanına
inmişlerdi.
Arkadan
dolanan
düşman
süvari
birliğince
etrafı
sarılan
sahabe,
iki
taraftan
da
sıkıştırılarak
hezimete
uğramıştı.
Kur’an’da
anlatıldığı
üzere
onlar,
arzuladıkları
galibiyeti
gördükten
sonra
za’fa
düştüler,
(Peygamber’in
verdiği)
emir
konusunda
birbirleriyle
çekişip
isyan
ettiler.
Kimi
dünyayı istiyordu, kimi de ahireti istiyordu. (Âl-i İmran sûresi, âyet: 152)
Hz.
Peygamber’in,
bu
okçu
birliğine
kesinlikle
yerlerini
terk
etmemeleri
direktifini
vermesine
rağmen,
onların
çoğu,
ganimet
sevdasıyla,
her
şeyin
bittiğini,
maksadın
hâsıl
olduğunu
zannederek
bu
emri
ihlal
etmişler,
kazanılmış
bir
zaferin
kaçırılmasına,
yetmiş
kişinin
şehit
olmasına
sebep
olmuşlardır.
Oysa
komutanları
Abdullah
ile
birlikte
yerlerinde
sebat
eden
okçular
ise,
“Biz
Allah’ın
Resûlü’ne
itaat
edip,
yerlerimizde durur, onun emrini terk etmeyiz” diyerek emre itaati, ahireti ve şehitliği tercih etmişlerdir.
İşte
Uhud,
sahabe
için
büyük
bir
imtihan,
büyük
bir
dersti.
İki
zırh
birden
giymiş
olmasına
rağmen,
Hz.
Peygamber
bu
savaşta
yaralanmış,
mübarek
dişi
kırılmıştı.
Komutanlarıyla
birlikte
sebat
eden
bu
şehitlerin
yanı
sıra,
Hz.
Peygamber’in
amcası
Hamza’nın
şehit
edilmekle
kalmayıp,
vücudunun
da
parçalanması,
kulaklarının
kesilmesi,
kalbinin
dahi
çıkartılması;
Mekkeli
zengin
bir
ailenin
çocuğu
olan
ve
Hz.
Peygamber
tarafından
Medine’ye
muallim
olarak
görevlendirilen
Mus’ab
b.
Umeyr’in
orada
şehit
olduktan
sonra
vücudunu
baştan
aşağıya kadar örtecek bir örtünün dahi bulunmaması Uhud’un acı hatıralarındandı.
Ve
bütün
bu
acı
hatıralara
rağmen
Hz.
Peygamber:
“Uhud
bizi
sever,
biz
de
Uhud’u”
diyerek
düşman
saldırılarından
dolayı
sığındığı
ve
âdeta bir şahsiyet gibi gördüğü bu kayalık dağa vefa gösteriyor, cansız varlıklarla dahi bir tür sevgi-hürmet ilişkisi kuruyordu.
Uhud
dağına
müslümanların
gözünde
ayrı
bir
özellik
kazandıran
husus,
Allah
Resûlü
(s.a.s.)’nün
zikrettiğimiz
hadis-i
şerifleri
ile
müslümanların
Uhut
savaşında
bu
dağa
sığınmış
olmalarıdır.
Diğer
taraftan
Peygamber
Efendimizin
amcası
ve
İslâm
ordusunun
en
yiğit
kahramanlarından Hz. Hamza (r.a.) ve diğer Uhud şehitleri Uhut şehitliğinde medfun bulunmaktadır.
Allah
Resûlü
(s.a.s.),
Uhud
şehitlerini
ziyaret
ederdi.
Hz.
Fatma
(r.a.)
da
Uhud’da
şehit
olan
amcası
Hz.
Hamza
(r.a.)’yı
sık
sık
ziyaret
ederdi.
3. KIBLETEYN MESCİDİ
Bilindiği
gibi
daha
önceleri
Hz.
Peygamber,
namazlarında
kıble
olarak
Kudüs’te
bulunan
Mescid’i
Aksa’ya
yönelmekteydi.
Aslında
gönlünden
kıblenin
Hz.
İbrahim’in
kıblesi
olan
Kâbe’ye
çevirilivermesini
geçiriyor
ve
bu
doğrultuda
bir
vahiy
bekliyordu.
Hatta
kendisi
Mekke’deyken
Kâbe’de
kıldığı
namazlarda,
Rükn-i
Yemânî
ile
Hacer-i
Esved
arasından
Kâbe’yi
önüne
almak
suretiyle
hem
Kâbe’ye,
hem
de
Kudüs’e
yönelmiş
olmaktaydı.
Hicretten
yaklaşık
bir
buçuk
yıl
sonra
arzuladığı
şekilde
Kâbe’ye
kıble
olarak
yönelme
emrini
veren
Bakara
sûresinin 144. ayeti indi.
“...
Seni
elbette,
hoşlanacağın
kıbleye
döndüreceğiz.
O
hâlde
hemen
Mescid’i
Haram’a
(Kâ’be’ye)
doğru
dön.
(Ey
mü’minler)
siz
de
nerede olursanız olun, (namazda) oraya doğru dönün.”
Bu
ayetin
indiği
haberini
işitmeleri
üzerine
oradaki
sahabe,
namaz
içerisinde
yönlerini
Kudüs’ten
Kâbe’ye
çevirdiler.
Böylece
Kudüs’e
yönelerek
başlanan
namaz,
Kâbe’ye
yönelerek
tamamlandı.
Bundan
dolayı
da
bu
mescide
“İki
kıble
mescidi”
anlamına
gelen
“Kıbleteyn
Mescidi”
adı
verildi.
Kıblenin
değişmesi,
Hz.
Peygamber’e
uyanlarla,
ökçesi
üzerinde
gerisin
geriye
dönenleri
ayırt
etmeye
yarayan
bir
imtihandı aynı zamanda (Bakara sûresi, âyet: 143).
4. HENDEK (Yedi Mescidler)
Kureyş,
Hayber,
Gatafan,
Fezare
ve
Esed
Oğulları
gibi
müşrik,
Yahudi
ve
münafık
gruplardan
oluşan
ve
sayıları
on
bini
bulan
müttefik
kuvvetlere
karşı
yapıldığı
için
“Ahzâb
Savaşı”;
Selman-i
Fârisî’nin
İran
tecrübesiyle
getirdiği
teklif
sonucu
Medine’nin
etrafına
kazılan
hendekten
dolayı
da
“Hendek
Savaşı”
diye
anılan
bu
savaş,
Hicretin
5.
yılında
meydana
gelmiştir.
Bir
süvarinin
geçemeyeceği
derinlik
ve
genişlikte
kazılan,
Medine’nin
hurmalıklarla
kaplı
bulunmayan
cephesini
çevreleyen
ve
hayli
uzun
olan
bu
hendeğin
kazılması
birkaç
hafta
sürmüş,
Hz.
Peygamber
de,
ashabıyla
beraber
üstü
başı
toprak
oluncaya
kadar
hendek
kazmıştır.
Hendek’ten
çıkartılan
toprak,
Müslümanlar
için
siper
olduğundan,
ne
karşıdan
bir
at
geçebilmiş,
ne
atılan
oklar
isabet
edebilmişti.
Seksenli
yıllara
kadar
bu
hendekten
bazı
kesitler
mevcut
iken,
maalesef
günümüze
kadar
korunmamış
ve
üzerine
asfalt
dökülmüştür.
Müslümanlara
Yüce
Allah’ın
yardımının
somut
bir
şekilde
ulaştığı
yerlerden
biri
de
bugün
Yedi
Mescitler
olarak
bilinen
mescitlerin
bulunduğu
bu
bölgedir.
Hendek
savaşının
yapıldığı
yerde
Hz.
Peygamberin
ve
ileri
gelen
sahabilerin
namaz
kıldıkları,
dua
ettikleri
noktalara
bu
küçük
mescitler
yapılmıştır.
Günümüzde
birkaç
tanesi
hariç
diğerleri
kaldırılmış
bulunmaktadır.
Halen
bu
alana
büyük
bir
cami
yapılmıştır.
Savaş
hazırlığını
önceden
haber
alan
Allah
Resûlü
(s.a.s.),
sahabe-i
kiram
ile
istişarede
bulunmuş,
Selman-ı
Farisî’nin
tavsiyesiyle
müşriklerin
Medine-i
Münevvere’ye
girmelerine
engel
olmak
ve
müdafaa
savaşı
yapmak
için,
Medine’nin
batısında
bir
hendek
kazılmasına
karar
vermiştir.
Selman-ı
Farisî’nin
görüşü
ile
kazılan
hendek,
5.5
km.
uzunluğunda,
9
metre
genişliğinde
ve
4.5
m.
derinliğinde
idi.
Hendek
kazma
işinde
Allah
Resûlü
(s.a.s.)
de
bizzat
ashabıyla
beraber
çalışmış
ve
onları
teşvik
etmiştir.
Kur’ân-ı
Kerim’in
otuz
üçüncü
sûresi
olan
Ahzâb
sûresi
adını
bu
savaştan
almıştır.
Hendek
Savaşı’nın
yapıldığı
yerde
bulunan
Mescid’i
Seba’nın
yerine
yapılan
yeni
mescit.
Önceden
kadınları
ve
çocukları
muhkem
yerlere
yerleştirerek
tedbir
alan
Müslüman
ordusu,
3000
kişiden
oluşuyordu.
Hendekle
ilk
defa
karşılaşan
müşrikler
şaşkına
döndüler.
Hendek
atlanamayacak
kadar
genişti.
İslâm
askerleri
karşıdan
kontrol
ediyordu.
Hendek
savaşı
esnasında
çok
bunalan
müslümanlara
Allah’ın
yardımı
yetişmiş,
Yüce
Allah
onları
görünmeyen
ordularla
desteklemiştir.
Sonunda
uzun
bir
harp
için
hazırlıksız
olan
müşrikler,
havanın
soğuması,
hayvanlarının
yemlerinin
bitmesi
ve
Allah’ın
müslümanlara
olan
yardımı
neticesinde,
bu
işten
vazgeçip
muhasarayı
kaldırarak
geri
dönmek
zorunda
kalmışlardır.
Şüphesiz
Hendek
Savaşı’nda
da
alınacak
birçok
dersler
vardır.
Hz.
Peygamber
her
zaman
olduğu
gibi,
burada
da
tedbiri
elden
bırakmamıştır.
Gerekli
stratejiye
başvurmuş,
önerilen
makul
teklifi
kabul
etmiş,
ashabıyla
birlikte
bizzat
hendek
kazmış,
Yahudi
kabilelerinin
desteğini
engellemeye
çalışmıştır.
Bazı
orduların
alt
taraftan,
bazılarının
üst
taraftan
geldiğini
gören
sahabenin,
şaşkınlıktan
gözlerinin
kaydığı,
korkudan
yüreklerinin
ağızlarına
geldiği,
kötü
zanlara
kapıldıkları
ve
şiddetli
bir
sarsıntıyla
sarsıldıkları
(Ahzâb,
10-12)
24
gün
süren
bu
savaşta,
şiddetli
rüzgâr
ve
görünmez
ordularından
oluşan
ilahî
yardım
yetişmiş
ve
yaklaşık
bir
ay
boyunca
hayli
bunalan
müslümanları
kurtarmıştı.
Rüzgâr
ve
kum
fırtınası
karşısında
telef
olma
korkusuyla
düşman
geri
çekilmiş,
farklı
gruplar
dağılmış
ve
Hendek
Savaşı
en
az
zararla
atlatılmıştı.
Hendek
Savaşı’nın
yapıldığı
bu
mekânlar
ziyaret
edilirken,
dünyanın
çeşitli
ordularının
daha
güçlü
ittifaklarla,
İslâm
dünyasının
çeşitli
bölgelerinde
benzer
savaşlar
yaptığını,
ancak
ne
o
bölgelerdeki
müslümanların,
ne
de
diğer
müslümanların
ilahî
yardıma
nail
olabilecek
gerekli
tedbirleri
alamadıklarını,
birlikte
olamadıklarını,
yeni
hendekler
kazmak
şöyle
dursun,
tam
tersine
birbirlerinin
kuyularını
kazmaya
çalışmalarının
nedenleri
üzerinde
düşünmek
gerekmektedir.
Bunalan
müslümanları kurtaran bu şiddetli rüzgârların, o görünmez orduların asrımızda niçin yitirildiğini de orada düşünmek gerekir.
Yedi Mescidler
Hendek
savaşının
yapıldığı
bölgede
bir
birine
yakın
küçük
küçük
yedi
mescid
bulunmaktadır.
Bunlara
"
Yedi
Mescidler"
denir.
Medine’ye gelenler tarafından buraların da ziyaret edilmesi âdet haline gelmiştir.
5. KUBA MESCİDİ
Kuyuları
ve
hurma
bahçeleriyle
meşhur
verimli
bir
vaha
üzerinde
kurulmuş
olan
ve
adını
buradaki
bir
kuyudan
alan
Kubâ,
Mekke
yolu
üzerinde
bulunan
bir
köydü.
Rasülüllah
Efendimiz
Mekke’den
Medine’ye
hicretleri
esnasında
Medine’ye
yaya
bir
saatlik
mesafede
bulunan
Kubâ’ya
ulaştı.
14
gün
müsafir
kaldı.
Bu
süre
içerisinde
Evs’in
bir
kolu
olan
Amr
b.
Avf
oğullarından
Gülsûm
b.
El-Hedm’in
evinde
misafir
kaldı;
genişliğinden
dolayı
daha
uygun
gördüğü
Sa’d
b.
Hayseme
el-Ensari’nin
evinde
de
ashabıyla
sohbet
etti.
İnşaatında
bizzat
kendilerinin
de
çalıştığı
İslam’da
ilk
mescidi
yaptırdı.
Burada
namaz
kıldı.
Sa’d
b.
Hayseme’nin
evinde
Rasülüllah’ın
(s.a.v.)
namaz
kılarak
ashabıyla
sohbet
ettiği
yer
1985’te
gerçekleşen
son
imara
kadar
korunmuş,
bu
genişletmede
Kubâ
Mescidi’ne
dâhil
edilmiştir.
Kubâ
Mescidi,
Mescid’i
Haram,
Mescid’i
Nebi
ve
Mescid’i
Aksâ’dan
sonra
en
faziletli
mesciddir.
Kubâ
Mescidi’nde
namaz
kılmayı
umreyle
eşdeğer
gören
Peygamber
Efendimiz,Medine’de
bulunduğu
zamanlar
Cumartesi,
bazen
da
Pazartesi
günleri
ve
Ramazan’ın
17.
günü
Mescid’i
Kubâ’ya giderek namaz kılar, burada verilen Kur’an-ı Kerim derslerini denetler, kendisine sorulan soruları cevaplandırırdı.
Kur’an-ı Kerim’de Tevbe Suresinin 108. ayetinde sözü edilen mescidin Kubâ Mescidi olduğu kabul edilir:
“Tâ
ilk
günden
takva
üzere
tesis
edilen
mescid
içinde
namaz
kılman
elbette
daha
layıktır.
Onun
içinde
çok
temizlenmeyi
sevenler
vardır.
Allah da çokca temizlenenleri sever.” (Tevbe, 108)
Âyet-i
Kerimede
zikri
geçen
“temizliği
seven
erkekler”
ifadesi
ile
Kubâ
halkı
kastedilmiştir.
Çünkü
onlar
su
ile
istincayı
âdet
haline
getirmişlerdi (Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, ilgili âyetin tefsiri).
Kuba
Mescidini
ziyaret
etmek
ve
burada
namaz
kılmak
müstehaptır.
Burası,
Hz.
Peygamber
(s.a.s)’in,
düzenli
olarak
Cumartesi
günleri,
zaman
zaman
da
Pazartesi
günleri
ziyaret
etmeyi
âdet
haline
getirdiği
bir
mesciddi.
Oraya
bazen
binekli
olarak
bazen
yaya
gider
ve
namaz
kılardı.
Bir hadîs-i şeriflerinde bunu müslümanlara da tavsiye ederek şöyle buyururlar:
“Kim
evinde
güzelce
temizlenip
abdest
aldıktan
sonra
başka
maksatla
değil,
sadece
namaz
kılmak
için
Kuba
Mescidi’ne
giderse
bir
umre
yapmış gibi sevap kazanır.”
(Tecrid c.4, s.212
6. CENNETÜ’L BAKÎ
Medine'nin
Baki'
veya
Baki'ul
garkad
adı
verilen
mezarlığı
şehrin
güneydoğusunda
Mescid’i
Nebevi'nin
yakınında
yer
almaktadır.
Eskiden
buraya
Kanunı
Sultan
Süleyman
devrinde
yapılan
ve
bugün
mevcut
olmayan
kalenin
Baki'
kapısından
geçilirken
bugün
Mescid’i
Nebevı ile arasında sadece küçük bir cadde bulunmaktadır.
ilk
defa
Resulullah
tarafından
mezarlık
haline
getirilen
bu
alan
daha
önce
"garkad"
adı
verilen
bir
tür
çalılıkla
kaplı
idi.
Türkler
arasında
daha
çok
Cennetü’l
Baki'
adıyla
meşhur
olan
bu
mezarlığa
muhacirlerden
ilk
defnedilen
Osman
b.
Maz'un,
ensardan
ise
Es'ad
b.
Zürare'dir.
Daha
sonra
Medine'deki
her
kabile
Cennetü’l
Baki'de
kendilerine
yer
ayırdı.
Hz.
Peygamber'in
oğlu
ibrahim'den
sonra
kızları
Rukiye
ve
Zeyneb,
Hz.
Fatıma
ile
oğlu
Hz.
Hasan
da
buraya
defnedildiler.
Kerbela'da
şehid
edildikten
sonra
Şam'a
götürülen
Hz.
Hüseyin'in
başı,
Yezıd
b.
Muaviye
tarafından
Medine'ye
gönderilince
annesinin
yanına
defnedildi.
Hz.
Peygamber'in
amcası
Abbas
ile
halası
Safiyye
ve
bazı
torunları
da
burada
yatmaktadır.
Baki'a
defnedilenler
arasında
Resul’ü
Ekrem'in
"benim
ikinci
annem"
dediği
Hz.
Ali'nin
annesi
Fatıma
bint
Esed
ile
müminlerin
annelerinden
Hz.
Aişe,
Hafsa,
Ümmü
Seleme,
Zeyneb
bint
Huzeyme,
Zeyneb
bint
Cahş,
Safiyye,
Reyhane
ve
Mariye
bulunmaktadır.
Cennetü'l
baki'de
Ehl-i
beyt'in
ileri
gelenlerinin
yanında
birçok
sahabi
ve
tabiin
neslinden
pek
çok
kimse
defnedilmiştir. Hz. Osman, Abdurrahman b. Avf, Sa'd b. Ebu Vakkas, Abdullah b. Mes'ud, Suheyb er-Rumı ve Ebu Hureyre bunlardandır.
Resulullah zaman zaman Cennetü’l Baki'ye giderek orada medfun bulunanlara dua ederdi.
Burada
Allah'ın
resulünün
amcası
Abbas,
Aişe,
Hasan,
Osman
gibi
sahabilerin
kabirleri
üzerine
daha
sonralan
inşa
ettirilen
türbelerle
diğer
mezar
yapıları
daha
sonra
ortadan
kaldırılmış,
mezarlar
sadece
baş
ve
ayak
uçlarına
konulan
küçük
taşlarla
belirlenmiştir.
Genişletmelerle birlikte günümüzde 180.000 m2 'ye ulaşan Cennetü’l Baki' yine Medine mezarlığı olarak kullanılmaktadır.
7. MESCİD’İ ĞAMÂME (MUSALLÂ) (Bulut Mescidi)
Efendimiz
Hz.
Muhammed
(s.a.v)
Medine
deki
ilk
bayram
namazını
ve
son
dört
sene
bayram
namazlarını
kıldırdığı
yer
olarak
bilinir.
Münaha
diye
bilinen
bu
yerde
Peygamber
efendimiz
(s.a.v)
mucizelerinden
biri
olan
yağmur
duasında
efendimizin
üstüne
gelen
bulutun
gölgelendirmesi
ve
sonrasında
yağan
yağmur
üzerine
bulut
anlamına
gelen
GAMAME
denilmiştir.
Osmanlı
sultanı
I.Abdülmecit
tarafından
yaptırılan irili ufaklı 10 kubbeden oluşan mescide bakıldığında bulutu andırmaktadır.
İslâm'ın
ilk
asırlarında
genellikle
şehirlerin
kenar
kısımlarında
toplu
namazlar
için
musallâlar
hazırlanır
ve
bayram,
cuma
namazları
gibi
toplu
namazlar
bu
günkü
gibi
muhtelif
camilerde
değil,
sadece
namazgâh
denilen
bu
musallâlarda
kılınır,
böylece
bütün
şehir
halkının
haftada
bir
defa
bir
araya
gelmesi
sağlanırdı.
Nitekim
Ebu
Said
El-Hudrî
(r.a)'ın
ifadesine
göre:
"Rasulullah
(s.a.s),
Ramazan
ve
Kurban
bayramlarında
musallâya
çıkar
ve
ilk
başladığı
şey
namaz
olurdu.
Namazdan
sonra
ayağa
kalkarak
sahabeye
vaaz
eder,
onlara
gerekli
tavsiyelerde
bulunur,
gerekli
emirleri
verir,
gaza
için
göndereceği
varsa
onları
gönderir
ve
daha
sonra
musalladan
evine
geri
dönerdi"
(Buhârî İdeyn, 6).
Nafi'
b.
Ömer
de
der
ki:
"Rasulullah
(s.a.s),
bayram
gününün
sabahında
musallâya
gider
ve
beraberinde
mızrağı
da
götürülürdü.
Musallaya
varınca
mızrağı,
kendisinin
önünde
dikilir
ve
ona
doğru
namaz
kılardı.
Rasulullah'ın
o
zamanki
musallâsı
bir
düzlükten
ibaretti
ve
önünde
mihrap gibi herhangi bir şey yoktu" (İbn Mace, İkamet, 164).
İslâm
hukukçuları
bu
hadisi
şerifleri
nazarı
itibara
alarak
yağmur
ve
kar
gibi
bir
özür
olmadıkça
bayram,
cuma
ve
cenaze
gibi
toplu
namazların
şehir
dışında
bir
musallâda
kılınmasının
sünnet
olduğunu
ve
musallâda
bayram
namazı
kılmanın
camide
kılmaktan
daha
faziletli
olduğunu
söylemişlerdir.
Hanefi
fukahası
hep
bu
görüştedirler.
Zira
Rasulullah
(s.a.s),
bayram
namazlarını
hep
Medine
camiinin
dışındaki musallâda kıldırmıştır.
Peygamber
Efendimizin
musallâsı,
Medineli
Münevverede,
Mescid’i
Nebevînin
kapısından
güney
batı
istikametine
doğru
500
m
uzaklığında
bir
yerde
idi.
Bu
gün
Mescidü'l-Gamâme
denilen
cami
Peygamber
Efendimizin
musallâsında
yapılmıştır.
Medine
ahalisi
de
Hicretin dokuzuncu yüzyılına kadar bayram namazlarını orada kılarlardı.
Peygamberimizin
musallâsı
olan
Mescidü'l-Gamâme,
Hicretin
ikinci
yüzyılında
cami
haline
getirilmiştir.
Hicretin
dokuzuncu
yüzyılına
kadar
bu
cami
musallâ
olarak
kullanılıyordu.
Ancak,
Mescid’i
Nebevi
genişletilince
artık
musallâya
ihtiyaç
kalmayıp
cuma
ve
bayram
namazları
da
burada kılınmaya başlandı.
Peygamberimiz
(s.a.s)'in
musallâsında
inşa
edilen
Mescidü'l
Gamame,
Hicretin
sekizinci
yüzyılında
Kılavun'un
oğlu
Sultan
San
tarafından
tamir
edildi.
Dokuzuncu
yüzyılda
Mimar
Emir
Berdek
tarafından,
onüçüncü
yüzyılda
Osmanlı
Sultanı
Abdülmecid
Han
tarafından
ve
XIX.
yüzyılda
II.
Abdülhamid
Han
tarafından
yine
tamirat
gördü
ve
nihayet
Hicri-1353
yılında,
Suud
hükümeti
tarafından
Osmanlı
mimarisi
üzerine tamiratı yapıldı (Abdül Kuddus el-Ensari, Asarü'l-Medine el-Münevvere, 118). Gamame aynı zamanda bulut demektir.
Peygamberimiz
Hz.
Muhammed
Mustafa
(sav)
Efendimizi
çocukluğundan
beri
çok
güneşli
günlerde
günesşin
yakıcı
sıcaklığından
koruyan
bulut
medineye
hicretinden
sonra
Rasulullah
(sav)
mescidinde
veya
kapalı
alanlarda
bulunduğu
sürece
bulutun
bu
mevkide
durduğu
rivayet edilmiştir.
Bu sebeple bu mescide bulut mescidi anlamına gelen gamame mescidi ad verildiği ifade edilmektedir.
8. Ebu Bekir El-Sıddık Mescidi
El-Arida
sokağında
bulunan
mescit,
El-Mısalla
(El-Gamama)
mescidinin
yakınında
ve
Mescid’i
El-Nebevî’nin
güney
batı
tarafında
yer
almaktadır.
Peygamber
Efendimiz’in
ve
daha
sonrada
adının
verildiği
Hz.
Ebu
Bekir’in
bayramlarda
namaz
kıldığı
mekanlardandır.
Mescit,
Ömer
Bin
Abdülaziz’in
Medine
El-Münevvere
hükümdarlığı
sırasında
inşa
edilmiş
olup
Osmanlı
Padişahı
Sultan
II.
Mahmut
döneminde
Hicri
1254
yılında
yenilenmiştir.
Dörtgen
görünümlü
olan
mescidin
her
tarafının
uzunluğu
yaklaşık
9
metredir.
Bazalt
taşından
inşa
edilen
mescidin
iç
bölümü,
beyaz
kireçle
boyanmıştır.
Mescidin
girişi,
doğu
duvarında
yer
almaktadır.
Girişin
sağında
ve
solunda
dikdörtgen
şeklinde
2
pencere
bulunmaktadır.
giriş,
direkt
olarak
namaz
kılınan
mekana
açılmaktadır.
Namaz
kılınan
mekanın
iç
yüksekliği
12
metreyi
aşan ve boğaz kısmında aydınlatmak amacıyla 8 penceresi bulunan bir kubbeyle kapatılmıştır.
Yüksekliği
yaklaşık
2
metre
ve
genişliği
yaklaşık
80
cm
olan
mihrap,
mescidin
güney
duvarının
ortasında
yer
almaktadır.
Minare
ise
mescidin
kuzeydoğu
köşesinde
bulunmakta
olup
alt
bölümü
alçak
irtifalı
ve
dörtgen
şeklindedir.
Bundan
sonra
şişik
ve
yine
az
irtifalı
bölüm
gelmektedir.
Bu
bölümden
sonra
boru
şeklinde
bir
gövde
ve
bunun
sonunda
kalasların
üzerine
yerleştirilmiş
bir
şürfe
bulunmakta
olup, yine bir boru şeklinde bir gövde ve ardından üstte kıvrımlı bir metal ve onun da üzerinde yükselen bir hilal yer almaktadır.
Mescidin
doğu
kısmında,
uzunluğu
kuzeyden
güneye
yaklaşık
13
metre
ve
genişliği
6
metre
olan
dikdörtgen
şeklinde
bir
avlu
bulunmaktadır.
Kapısı
kuzeye
doğru
olup
El-
Gamame
mescidinin
meydanına
açılmaktadır.
Doğu
duvarı
siyah
taşla
kaplanınca
ve
kubbe
ile
minare
beyaz
renkle
boyanınca
ortaya
her
iki
rengin
yarattığı
güzel
bir
görsel
ahenk
ortaya
çıkmıştır.
Mescit
son
dönemde
restore
edilmiştir.
9. Ömer Bin El-Hattab Mescidi
El-Mısalla
(El-Gamâma)
mescidinin
yakınında
ve
Mescid’i
Nebevî’nin
güney
batısında
yer
almaktadır.
Mescit,
batı
tarafından
Kiba
yoluna,
kuzey
tarafından
El-Gamame
mescidi
meydanına
ve
doğu
kenarı
ise
Bathan
vadisine
bakmaktadır.
Mescit,
Hicri
850
yılında
Şemsettin
Muhammed
Bin
Ahmet
El-Sehlavi
tarafından
yaptırılmıştır.
Mescidin
inşa
edildiği
mekanın,
Peygamberimiz’in
ve
daha
sonrada
adının
verildiği
Hz.
Ömer’in
bayramlarda
namaz
kıldığı
mekanlardan
biri
olduğu
tahmin
edilmektedir.
Osmanlı
Padişahı
Sultan
II.
Mahmut
döneminde
Hicri
1254
yılında
ve
daha
sonra
oğlu
I.
Abdülmecit
döneminde
Hicri
1266
yılında
yenilenmiştir.
Dörtgen
görünümlü
olan
mescidin
her
tarafının
uzunluğu
yaklaşık
8
metredir.
Bazalt
taşından
inşa
edilen
mescidin
iç
bölümü,
beyaz
kireçle
boyanmıştır.
Çatısı,
iç
bölümden yüksekliği yaklaşık 12 metreye varan ve güzel bitki süslemeleriyle kaplanan bir kubbeyle örtülmüştür.
Mihrap,
mescidin
güney
duvarını
ortasında
yer
almaktadır.
Sağında
ve
solunda
dikdörtgen
şeklinde
2
pencere
bulunmaktadır.
Bu
iki
pencerenin
hemen
karşısındaki
kuzey
tarafında,
iki
pencere
daha
yer
almakta
olup
ortalarında
da
mescidin
girişi
bulunmaktadır.
Mescidin
kuzey
tarafında
ise,
3
X
12
ölçüsünde
ve
dikdörtgen
şeklinde
açık
bir
avlu
yer
almaktadır.
Kuzeybatı
kısmının
köşesinde
uzunluğu
yaklaşık
olarak
15
m
olan
bir
minare
bulunmaktadır.
Surun
yüksekliğine
kadar
dörtgen
olan
minare,
bundan
sonraki
kısımda
yaklaşık
aynı
yükseklikte
sekiz
köşeli
görünümlü
olup
bu
kısım
sürfede
sonlanmaktadır.
Minarenin
3.
kısmı
ise
boru
biçiminde
olup
üstten
kıvrımlı
metal bir cisim ve onunda üzerinde bir hilal ile sonlamaktadır.
10. Mescid’i ICABE
Melik
Faysal
caddesi'nde
(Şariu’s
Sittin)
Cennetü'
l
baki"nin
yaklaşık
385
m.
kuzeyinde
Mescid’i
Ne-bevi'ye
580
m.
uzaklıktadır.
Ensardan Bent Muaviye b. Malik b. Avf toprağında bulunduğu için bu adla da anılır.
Resul’ü
Ekrem
ashabından
bir
grupla
birlikte
Bent
Muaviye
Mescidi'ne
uğramış,
iki
rek'at
namaz
kılmış
ve
ardından
uzunca
bir
süre
dua
ettikten
sonra
orada
bulunanlara
şunları
söylemiştir:
"Rabbimden
üç
şey
istedim.
Bana
ikisini
verdi,
birini
vermedi.
Rabbimden
ümmetimi
kıtlıkla
helak
etmemesini
istedim,
onu
bana
verdi.
Ondan
ümmetimi
suda
boğarak
helak
etmemesini
diledim,
onu
da
verdi.
Felaketlerini
kendi
aralarında
vermemesini
(tefrikaya
düşmemelerini)
diledim,
bunu
bana
vermedi"
(Müslim,
"Fiten",
20).
Resulullah'ın
duasının
Cenab-ı
Hak tarafından kabulü dolayısıyla bu cami Mescid’i icabe diye anılmıştır.
Hicretin
9.
(631)
yılında
Medine'ye
gelen
Necran
heyeti
ile
Hz.
Peygamber
arasında
hristiyanlık
konusunda
tartışma
meydana
gelmiş,
nazil
olan
ayet
(Âli
İmran
3/61)
doğrultusunda
Hz.
Peygamber
yanına
Hz.
Ali,
Fatıma,
Hasan
ve
Hüseyin'i
alarak
Necran
heyetinin
yanına
gitmiş
ve
ilgili
ayetleri
okuyarak
kendilerini
Mescid’i
icabe'nin
bulunduğu
yerde
mübaheleye
(beddua)
davet
etmişti.
Ancak
Necranlılar
Hz.
Muhammed'in
peygamber
olma
ihtimalini
göz
önüne
alarak
buna
cesaret
edememişlerdi.
Bu
olay
sebebiyle
adı
geçen
cami
Mescid’i
Mübahele diye de anılır.
Hz.
Peygamber
zamanında
mescid
haline
getirilen
mekanlardan
olan
Mescid’i
icabe
uzun
süre
üstü
açık
olarak
hizmet
vermişti.
Burayı
ziyaret
edenler
nafile
namaz
kıldıktan
sonra
Hz.
Peygamber'in
yaptığı
duayı
okumayı
adet
edinmişlerdi.
il.
Mahmud
ve
Sultan
Abdülmecid
zamanlarında
imar
gören
Mescid’i
icabe
1997'de
yeniden
inşa
edildi
ve
çevresindeki
sosyal
tesislerle
birlikte
yaklaşık
1200
m2
'lik
bir
alana
ulaştı.
11. Mescid’i SUKYA
Medine'nin
batısında
Vebere
hanesinde
bir
kuyunun
yanında
inşa
edilmiştir.
Resul’ü
Ekrem
Bedir
Gazvesi
için
yola
çıktığında
bu
kuyunun
yanında
bir
süre
konaklamış,
yaşları
küçük
olduğu
halde
orduya
katılanları
Medine'ye
göndermişti.
Daha
sonra
Hz.
ibrahim'e
Mekke'nin
bereketli
kılındığı
gibi
Medine'nin
de
ashabına
mübarek
kılınmasını
dileyerek,
onlara
Mekke'yi
sevdirdiği
gibi
Medine'yi
sevdirmesini
Cenab-ı
Hakk'tan
niyaz
etmişti.
Hz.
Ömer'in
yağmur
duası
için
bu
yeri
tercih
etmesi
de
Res0lullah'ın
duasıyla
ilgilidir.
Daha
sonra
buradaki
kuyunun
hemen
kuzeyinde
büyük
ihtimalle
Ömer
b.
Abdülaziz
tarafından
bir
mescid
yaptırılmıştı.
Bugün
Medine
tren
istasyonu
dahilinde
güneydoğu
tarafında
yer
alan
Sükya
Mescidi,
13
x
5
m.
ölçülerinde
ve
ortadaki
büyük
olmak
üzere
üç
kubbeli
Osmanlı
tarzı küçük bir mescid olarak ayaktadır.
12. CUMA MESCİDİ
Mescid’i Atike (Vadi) adıyla da anılan bu cami, Kuba caddesinde Mescid’i Kuba'ya 350 m. uzaklıktadır
Hicret
sırasında
Kuba'ya
ulaşarak
burada
Mekke'den
gelecek
olan
Hz.
Ali
ve
diğer
muhacirleri
beklemek
üzere
bir
süre
kalan
ve
24
Eylül
622
Cuma
günü
Yesrib'e
hareket
eden
Hz.
Peygamber
cuma
vakti
girince
Ranuna
vadisinde
Salim
b.
Avf
kabilesine
misafir
oldu;
buradaki
namazgahta
ilk
cuma
hutbesini
okuyup
namazı
kıldırdı.
Daha
sonra
bu
ilk
cuma
namazının
hatırasını
yaşatmak
için
Mescid’i
Cum'a
adıyla
meşhur olan bir mescid yaptırıldı.
Mescid’i
Atike
(Vadi)
adıyla
da
anılan
bu
cami,
Kuba
caddesinde
Mescid’i
Kuba'ya
350
m.
uzaklıktadır.
ilk
defa
ömer
b.
Abdülazız'in
Medine
valiliği
sırasında
inşa
edilen
Mescid’i
Cum'a,
Osmanlı
padişahlarından
II.
Bayezid
tarafından
yeniden
imar
edildi.
Mihrabının
yakınında
Hz.
Peygamber'in namaz kıldığı yer belirgin hale getirildi. Daha sonra ufak çaplı onarımlar geçiren Mescid’i Cum'a
1992'de yıktırılarak yeniden inşa edilmiştir. (Hicaz Albümü, Diyanet ışleri Başkanlığı)
Türk
mimarisini
andıran
yapısıyla
arzı
endam
eden
bu
mescid
Kuba
Mescinin
bir
km.
kuzeyine
düşmektedir.
Mimarı
Mahmut
Kirazoğlu’dur.
13. MESCİD’İ ZÜLHULEYFE (MÎKÂT MESCİDİ)
Hz.
Peygamber
zamanında
Medine’den
Mekke’ye
giden
yolun
ilk
merhalesi
olan
ve
Medine
haremini
sınırlayan
dağlardan
Âir
(Ayr)
yakınlarında
Medine’nin
güneybatısındaki
Akīk
vadisinde
bir
derenin
adı
olan
Huleyfe,
Arabistan’da
aynı
adı
taşıyan
diğer
yerlerden
ayırt
edilmek
için
Zülhuleyfe
diye
anılmıştır.
Su
kaynakları
bakımından
zengin
sayılan,
özellikle
Hz.
Ali’ye
nisbet
edilen
bir
kuyudan
dolayı
“Âbâr-ı
Alî”
(Ebyârıalî)
adıyla
zikredilen
Zülhuleyfe,
batısında
yer
aldığı
Akīk
vadisinden
ötürü
Akīk
Zülhuleyfesi
olarak
da
bilinir.
Medine’den
Zülhuleyfe’ye
Tarîkuşşecere
veya
Tarîkulmuarres
yoluyla
gidilir.
Hz.
Peygamber,
Medine’den
çıkarken
Tarîkuşşecere
yolundan
gider,
Medine’ye
ise
bu
yoldan
daha
aşağıda
bulunan
ve
şehre
daha
yakın
olan
Tarîkulmuarres
yoluyla
dönerdi
(Buhârî,
“Ḥac”,
15).
Resûl-i
Ekrem,
Medine
çevresinden
Mekke’ye
gidenlerin
Medine’de
veya
en
geç
Zülhuleyfe’de
ihrama
girmeleri
gerektiğini
söylemiştir
(Buhârî,
“Ḥac”,
7,
9-
12;
Müslim,
“Ḥac”,
11-12).
Zülhuleyfe,
Mekke’ye
en
uzak
mîkāt
yeridir,
dolayısıyla
burada
ihrama
girmek
daha
faziletlidir
(İbn
Hacer,
III,
453).
Hz.
Peygamber
hicretten
sonra
dört
defa
Medine’den
Mekke’ye
gitmek
üzere
yola
çıktı
ve
bu
sırada
Zülhuleyfe’ye
uğradı.
Zilkade
6
(Mart
628)
tarihinde
sahâbîlerle
birlikte
umre
için
Medine’den
hareket
edip
Zülhuleyfe
mevkiine
gelince
burada
konakladılar.
Zülhuleyfe’ye
getirttiği
ve
gerdanlık
takıp
nişanladığı
kurbanlıklarını
Mekke’ye
sevketti.
Ardından
ihrama
girip
“semüre”
adı
verilen
bir
ağacın
altında
namaz
kıldı
(Buhârî,
“Ḥac”,
107).
Kureyşliler’in
durumunu
öğrenmek
için
Mekke’ye
gönderdiği
Büsr
b.
Süfyân
el-Huzâî’nin
dönüşüne
kadar
Zülhuleyfe’de
kaldı
ve
onun
gelmesi
üzerine
buradan
telbiye
getirerek
Mekke’ye
hareket
etti.
Ancak
Mekkeliler’in
engellemesi
yüzünden
bu
umre
yapılamadı
ve
yolculuk
Hudeybiye
Antlaşması
ile
sonuçlandı.
Daha
sonra
Kâbe’yi
ziyaret
amacıyla
Medine’den
Mekke’ye
giderken
Zülhuleyfe’de ihrama girilmesi, satın alınan kurbanlıklara gerdanlık takılıp Mekke’ye sevkedilmesi âdet haline geldi (Buhârî, “Ḥac”, 115).
Hudeybiye
Antlaşması’nın
ertesi
yılı
umretü’l-kazâ
için
yine
6
Zilkade’de
Medine’den
yola
çıkan
Hz.
Peygamber
ve
beraberindekiler
Fürû’
yoluyla
Zülhuleyfe’ye
ulaştılar;
burada
ihrama
girdikten
sonra
bir
gece
kaldılar
ve
Mekke’ye
doğru
hareket
ettiler.
Resûl-i
Ekrem,
Medine’den
Mekke’ye
gidişlerinde
sadece
Mekke’nin
fethi
yolculuğunda
ihrama
girmemiştir.
13
Ramazan
8
(4
Ocak
630)
tarihinde
ordusuyla
Medine’den
ayrıldığında
harekâtın
hedefini
gizli
tuttuğu
için
Zülhuleyfe’de
ihrama
girmeden
Mekke’ye
yöneldi.
9
(631)
yılında
emîr-i
hac
tayin
edilen
Hz.
Ebû
Bekir
de
Medine’den
yola
çıkarak
Zülhuleyfe’ye
ulaştı.
Burada
ihram
hazırlıkları
yapılırken
nâzil
olan
Tevbe
sûresinin
ilgili
âyetlerini
bildirmek
için
Resûl-i
Ekrem
tarafından
gönderilen
Hz.
Ali
kafileye
Zülhuleyfe’de
veya
oradan
ayrıldıktan
bir
süre
sonra katıldı (Taberî, III, 123).
Hz.
Peygamber,
25
Zilkade
10
(22
Şubat
632)
tarihinde
Vedâ
haccı
maksadıyla
Medine’den
ayrılıp
beraberindekilerle
Zülhuleyfe’ye
vardıktan
sonra
çevreden
gelecek
olanların
toplanması
için
beklemeye
başladı.
Zülhuleyfe’de
Resûlullah’ın
öğle
namazını
mı
yoksa
ikindi
namazını
mı
kıldırdığı
ve
kaç
rek‘at
kıldırdığı
hususu
tartışmalara
yol
açmıştır.
Osmanlı
âlimi
Hızır
Bey,
Tuḥfe-i
Sulṭân
Murâd
Ḫan
adlı
Farsça
risâlesinde
(Beyazıt
Devlet
Ktp.,
nr.
5577,
vr.
41b-44a)
Resûlullah’ın
Medine’de
öğle
vaktinin
farzını
dört
rek‘at
kıldırıp
ardından
Zülhuleyfe’de
ikindinin
farzını
iki
rek‘at
kıldırdığına
dair
rivayetleri
ele
almıştır.
Bu
konuda
Enes
b.
Mâlik’ten
gelen,
“Mescid’i
Nebevî’de
öğle
namazını
dört,
ikindi
namazını
ise
Zülhuleyfe’de
iki
rek‘at
kıldık”
şeklindeki
rivayet
(Buhârî,
“Ḥac”,
24-25,
27)
Enes’in
olayın
şahidi
olması
sebebiyle
tercih
edilmiştir
(İbn
Hazm,
s.
252).
Hz.
Peygamber,
daha
önce
iki
umre
yolculuğunda
yaptığı
gibi
Vedâ
haccı
sırasında
da
Zülhuleyfe’de
geceledi
ve
yine
semüre
ağacının
altında
namaz
kıldı
(Buhârî,
“Ḥac”,
23;
Müslim,
“Ḥac”,
30).
26
Zilkade’de
(23
Şubat)
sabah
namazını
kıldırdıktan
sonra
ihrama
girmek
için
gusül
abdesti
aldı.
Öğle
namazını
Zülhuleyfe’de
kıldırıp
telbiye
getirerek
Mekke’ye
doğru
yola çıktı (Buhârî, “Ḥac”, 20, 29).
Daha
önce
Mekke’den
Medine’ye
kaçan,
Hudeybiye
Antlaşması
gereği
Mekke’ye
iade
edilmesi
gereken
Ebû
Basîr’in,
kendisini
Mekke’ye
götürmekte
olan
iki
muhafızın
elinden
Zülhuleyfe’de
yemek
molası
verildiği
esnada
kaçması
da
Zülhuleyfe’nin
o
dönemde
Medine
ile
Mekke
arasındaki
konaklama
yerlerinden
biri
olduğunu
göstermektedir.
Daha
sonraki
dönemlerde
Medine’den
Mekke’ye
gidenler
Zülhuleyfe’de
ihrama
girmeye
devam
ettiler,
Hz.
Peygamber’in
bulunduğu
mekânlarda
kalmaya
ve
onun
uygulamalarını
yerine
getirmeye
önem
verdiler
(Buhârî,
“Ḥac”,
14,
16).
Ebû
Hüreyre’nin,
hayatının
son
dönemlerinde
yabancıların
çoğalıp
görüşebileceği
sahâbîlerin
azalması
dolayısıyla
Medine’den
ayrılarak
Zülhuleyfe’deki
evine
çekildiği
rivayetlerine
rağmen
(İbn
Sa‘d,
IV,
254)
Zülhuleyfe
sürekli
meskûn
bir
mahal
olmadı.
Yakın
çevresinde,
özellikle
de
Akīk
vadisinde
iskân
hareketleri
başladıysa
da
devamlı
bir
yerleşimin
görülmediği,
hac
günleri
öncesinde
bir
çarşının
kurulduğu
Zülhuleyfe,
tarih
boyunca
mîkāt
yeri
olmasının
yanında
buluşma
ve
geçici
konaklama
yeri
olarak
kullanıldı.
Hz.
Hasan’ın
soyundan
Katâde
b.
İdrîs,
Mekke’ye
hâkim
olduktan
sonra
Medine
üzerine
yürüdü
(601/1204).
Hüseyin’in
soyundan
gelen
Medine
Emîri
Sâlim
b.
Kāsım
ile
Katâde’nin
birlikleri
Zülhuleyfe’de
karşılaştı
ve
Sâlim,
Katâde’yi
Mekke’ye
dönmeye
mecbur
etti
(Abdülmelik
b.
Hüseyin
el-Âsımî,
IV,
225).
Mekke
Emîri
Şerîf
Sa‘d
1107’de
(1695-96)
kardeşi
Muhsin’i
nâib
olarak
tayin
etmek
için
Medine’ye
geldiğinde
çadırını Zülhuleyfe’de kurdurdu ve şehrin ileri gelenleriyle burada buluştu (Abdülbâsıt Bedr, II, 376).
Zülhuleyfe’de
Resûl-i
Ekrem’in
ilk
defa
namaz
kıldırdığı
semüre
ağacının
yeri
belirgin
duruma
getirilip
koruma
altına
alındı
(Müsned,
II,
136;
Semhûdî,
III,
422).
Ömer
b.
Abdülazîz,
Medine
valiliği
esnasında
burayı
Mescidü’ş
şecere
adıyla
mescide
çevirdi.
Mescid’i
Zülhuleyfe,
Mescidü’l
mîkāt,
Mescidü’l
ihrâm
da
denilen
bu
mescidin
daha
aşağısında
Hz.
Peygamber’in
Mekke’den
Medine’ye
dönerken
namaz
kıldırdığı
mekân
da
belirlenerek
mescid
haline
getirildi.
Mescidü’ş
Şecere’nin
güneydoğusunda
(kıble
yönü)
yer
alan
Mescid’i
Zülhuleyfe’ye
göre
daha
küçük
olan
bu
mescid
Mescidü’l
Muarres
adıyla
şöhret
kazandı.
Abbâsîler
zamanında
onarım
gören
Mescid’i
Zülhuleyfe
kıble
tarafında
küçük
bir
kemeri,
kuzeybatı
köşesinde
bir
minaresi
bulunan,
taş
ve
kerpiçten
yapılmış
basit
bir
yapı
idi
(a.g.e.,
III,
423);
çevresinde
su
kaynakları
vardı
ve
sel
yatağının
üzerinde
bulunmasından
dolayı
sık
sık
tamir
ediliyordu.
Memlükler
ve
Osmanlılar
döneminde
çeşitli
onarımlar
geçiren
bu
mekânı
ziyaret
eden
Evliya
Çelebi
Mescid’i
Zülhuleyfe’yi,
Hz.
Ali’ye
nisbet
edilen
suyu
bol
ve
lezzetli
bir
kuyunun
yanında
geniş
bir
hurma
bahçesinin
içinde
on
iki
kubbeli,
minaresiz,
mahfili
ve
minberi
olmayan,
zemini
kumla
kaplı
kâgir
bir
yapı
olarak
niteler
(Seyahatnâme,
IX,
338-339).
Semhûdî’nin
(ö.
911/1506)
Mescid’i
Zülhuleyfe’nin
kıble
tarafında
bazı
izleri
bulunduğunu
söylediği
Mescidü’l
Muarres
(Vefâʾü’l-vefâʾ,
III,
424-427),
Eyüp
Sabri
Paşa’nın
kaydettiğine
göre
zaman
içinde
sellerle
ortadan
kalkmış
ve
arsası kumlarla dolmuştur (Mir’âtü’l-Haremeyn, II, 1107).
XX.
yüzyılın
ortalarından
itibaren
hacı
sayısının
artması
üzerine
Mescid’i
Zülhuleyfe’nin
yenilenmesi
ve
çevresinde
düzenlemelerin
yapılması
gerekliliği
ortaya
çıktı.
Melik
Faysal
b.
Abdülazîz
döneminde
birtakım
çalışmalar
yapıldıysa
da
asıl
genişletme
ve
yenileme
faaliyetleri
Melik
Fehd
döneminde
gerçekleştirildi.
Çevresindeki
yeşil
alan
ve
sosyal
tesislerle
birlikte
90.000
metrekarelik
bir
alanı
kaplayan
ve
6000
metrekarelik
iç
alanında
5000
kişinin
aynı
anda
namaz
kılabildiği
Mescid’i
Zülhuleyfe
ihrama
girmek
için
buraya
geleceklerin
bütün
ihtiyaçları
karşılanacak
şekilde
düzenlendi.
Bugün
Medine’nin
güneybatı
sınırının
ulaştığı,
Medine-Mekke
yolunun
sağ
tarafında kalan Mescid’i Zülhuleyfe’nin Mescid’i Nebevî’ye uzaklığı yaklaşık 11 kilometredir.
14. AMBARİYE MESCİDİ
Medine’de
Osmanlı
sultanı
Abdülhamit
Han’ın
yaptırmış
olduğu
bir
camidir.
Beyaz
kubbesi,
kesme
taştan
inşa
edilmiş
ölçülü
minaresi
ve sağlam yapısı ile Osmanlı devletinin Medine hizmetlerine şahitlik ediyor.
Amberiye
cami,
Medine
de
tren
istasyonunun
hemen
yanında
bulunmaktadır.Abdülhamit
han
tarafından
inşa
ettirilen
bu
eser,
Osmanlı
devletinin
peygamber
şehrine
kazandırdığı
onlarca
eserden
bir
tanesidir.
Hicaz
demiryolunun
hizmette
bulunduğu
yıllarda,
Medine’de
inen hac ve umre yolcuları bu camide hem namazlarını kılar hem de yorgunluklarını giderirlerdi.
Amberiye
cami,
mescidi
nebeviye
birkaç
kilometre
mesafededir.
Osmanlı
sultanları
bazı
sebeplerden
dolayı
hac
görevlerini
yerine
getirmezlerdi.
Bundan
dolayı
yerlerine
bazı
kimseleri
Hac’a
gönderirlerdi.
Bir
hac
mevsiminde
sultan
Abdülhamit
han,
hac
farizasını
yerine
getirmek
üzere
vezirini
görevlendirir.
Yıldız
sarayından
vezirini
dualarla
ve
kutlu
toprakların
insanlarına
verilmek
üzere
türlü
türlü
hediyelerle uğurlar. Ve vezirinden bir istekte bulunur. Hac dönüşünde Ravza’i Mutahhara’dan’ bana bir avuç toprak getir’ der.
Vezir,
hac
ibadetini
yerine
getirir.
Mekke-i
Mükerreme
de
tavaf
eder.
İslam
dünyasından
gelen
Müslümanlarla
tanışır.
Büyüklere
saygılı,
küçüklere
sevecen
davranır.
Fakirlere,
Sultan’ın
vermiş
olduğu
emanetleri
dağıtır.
Arafat’ta
vakfeye
durur.
Mina’da
şeytan
taşlar.
Mekke’den
Medine’ye
giderken,
peygamberimizin
çektiği
sıkıntıları
düşünür.
Baki
Kabristanı’nda
dünyanın
geçiciliğini
anlar.
Vezir,
hac
görevini
tamamlar.
yorgun
bir
şekilde,
Arafatta
ilahı
affa
uğramış
yüzlerce
hacı
birlikte
İstanbul’a
gelmek
için
trene
biner.
Trende
padişahın
ricası
aklına
düşer.
Tren
hareket
etmek
üzeredir.
Mescidi-
nebeviye
gidip
toprak
almaya
zaman
kalmamıştır.
Trenden
inerek
istasyonun
yanındaki boş araziden bir avuç toprak alır.
İstanbul’a
vardığında
padişah
onu
bir
kardeşi
gibi
karşılar.
Sarılır.
Efendimizin(sallallahu
aleyhi
ve
sellem)in
kokusunu
hissetmeye
çalışır.
Ve
sözü,
Ravza’i
Mutahhara
toprağına
getirir.
Vezir,
kadife
bir
kesenin
içine
koyduğu
toprağı
sultan
Abdülhamit
Han’a
verir.
Abdülhamit
han
itinalı
bir
şekilde
ve
hürmet
ile
toprağı
avuçlarının
içine
alır.
Koklar,
bir
daha
koklar…
Döner,
Vezir’ine’bu
toprağın
amberi
var.
Lakin
miski
yok’
der.
Vezir
şaşırır.
Ve
doğruyu
itiraf
eder.
Bunun
üzerine
padişah,
vezir’in
toprak
aldığı
yere
bir
mescit
inşa
edilmesini
talep
eder.
Bir
sonraki
hac
mevsimine
kadar
Medine-i
münevvere
tren
istasyonu
karşısına
beyaz
kubbeli
mescit
inşa
edildiğinde
ismi
hazırdır:
Amberiyye Mescidi.
15. MEDİNE TREN İSTASYONU
2
Mayıs
1900
tarihinde
Sultan
2.Abdülhamit
uzun
yıllar
hayal
ettiği
"Hicaz
Demiryolu"
projesini
hayata
geçireceğini
ilan
etti.
İleride
Bağdat
hattı
ile
birleşecek
demiryolu
Şam’dan
başlayıp
Medine,
Mekke
ve
Cidde’ye
ardından
Yemen
daha
sonra
orta
Arabistan
üzerinden
Basra’ya
ulaşacaktı.
Sultan
Abdülhamit’in
proje
ile
ilgili
fikrini
açıklaması
Batı’da
alay
konusu
olurken
bütün
İslam
aleminde
sevinç
ve
coşku
ile
karşılandı.
Çünkü
söz
konusu
olan
yol
bir
inanç
yoluydu.
Hicaz
Demiryolu
projesi
Sultan
II.
Abdülhamid'in
en
büyük
hayali
idi.
Kutsal
topraklara
giden
hacıların,
çöl
yollarında
aylarca
süren
yolculuklarının
kolaylaşması
ve
hacıların
daha
güvenli
bir
şekilde
hacca
gidip
gelebilmesi amacıyla yapılmıştı.
Bu
proje
diğer
demiryollarının
aksine
yalnız
öz
kaynaklar
ile
gerçekleştirilecekti.
Aynı
zamanda
İslam
aleminden
gelen
bağışlar
da
kabul
edilecekti.
Tahmini
maliyeti
4
milyon
Osmanlı
altın
lirası
olan
projenin
yarıya
yakın
miktarı
bağışlardan
karşılanmıştı.
Medine’ye
kadar
olan
bölümü 1900 km.yi bulacak olan Hicaz Demiryolu inşaatı 1 Eylül 1900 tarihinde Şam’da yapılan törenle başladı.
Bu
inşaatın
yapımında
çoğunluğu
Osmanlı
tebaasından
43
mühendis
ile
birlikte
7500
den
fazla
Osmanlı
askeri
görev
almış,
Medain-i
Salih’den
başlayarak
Medine’ye
kadar
olan
bölümde
ise
tamamen
Müslüman
mühendis,
teknisyen
ve
işçiler
çalışmıştır.
Hicaz
demiryolu
emperyalist
güçlerin
tüm
engelleme
çabalarına
karşın
son
istasyonun
yapımı
ile
birlikte
Medine’ye
kadar
tamamlanmış
ve
1
Eylül
1908
tarihinde
işletmeye
açılmıştır.
Haziran
1916
tarihine
kadar
süren
dokuz
yıllık
ömrüne
rağmen
Hicaz
Demiryolu
sağladığı
kolay
ulaşım
sayesinde
bölgenin
kültürel
ve
ekonomik
kalkınmasında
önemli
rol
oynamıştır.
Ayrıca
bu
proje
birçok
mühendis
ve
teknisyenin
ilk
tecrübe
ve
yetişme
yeri
olmuştur.
Burada
bilgi
ve
tecrübe
sahibi
olanlar
daha
sonraları
Türkiye
Cumhuriyeti
demiryollarının
yapılmasına
büyük
katkı sağlamıştır.
II.
Abdülhamid
Han,
demiryolu
hattı
mukaddes
belde
Medine’ye
ulaşınca,
Rasûlullah’ın
rûhaniyeti
gürültüden
rahatsız
olmasın
diye
raylara
keçe döşenmesini istemiştir.